Mekanıma Hos GeLDiNiZ
  RESİMLER
 




                     

          SuSMaK KayBeTMeKTiR

Bir arkadaşımla karşılaştım akşam vakti Nişantaşı'nda. Çok
yıllar var görmemiştik birbirimizi. Boş caddelerde hızla yürüyerek randevuma yetişmeye çalışıyordum, seslendi arkamdan "Az kaldı seni tanıyamayacaktım, saçların değişmiş" dedi. Ben de onu tanıyamazdım seslenmeseydi, onun da saçları değişmişti, artık yoktu saçları. Uzun süredir yurtdışındaymış, evlenmiş pek mutlu değilmiş ve iki çocuğu varmış.

Biz henüz 20'lere tırmanıyorken flört etmeye çalışmış ama
becerememiştik Başkent'in o zamanlar puslu ve nefes alınmayan
soğuk karanlıklarında.

Ben onun benden pek fazla hoşlanmadığını düşünürdüm, Ankara gibi
soğuktu konuşmazdı pek. Onunla buluştuğumuzda gözlüklerimi
takmazdım, utanırdım kocaman camlarından. O da gözlerimi kısarak baktığım
için beni `şirin' bulurdu. Oysa ben daha net görebilmek için iyice
kısardım gözlerimi ama asla şirin olmak istemezdim. O yaşlar genç kızların
hiçbir şekilde şirin olmak istemediği ve bu kelimeden nefret ettikleri
yaşlardır çünkü. Zaten ben de, bizim lisede basketbol oynayan çöp gibi
bacaklı upuzun bir çocuğu beğenirdim.

***

Ben yıllar sonra eski arkadaşımla karşılaşınca gideceğim
Randevuyu falan unuttum ve hemen ilk gördüğümüz kafeye daldık. Karşılıklı
iltifatlar edildi "Efendim hiç değişmemişiz, hiç yaşlanmamışız falan¤¤
sonra birer Türk kahvesi ısmarladık. Artık konuşan bir adam olmuştu. Bana
görüşmediğimiz ve haberleşemediğimiz yılları öyle tatlı özetledi
ki, sanki hiç ayrılmamışız gibi hissettim.


Aynı mahallede otururduk, aynı okula giderdik. O zamanlar
Ankara'da pek bir meşhurdu Deneme Lisesi. Benden iki yaş büyüktü. Laf döndü
dolaştı, bizim hiç yaşanmamış aşkımıza geldi. Herkes kendi yolunu
çizdiğinden, sevdiğini-sevmediğini bildiğinden, nereye gitmek istediğini
hedeflediğinden ötürü; eski aşktan konuşmanın bir sakıncası yoktu.


"Seni sevdiğim kadar hiç kimseyi sevemedim bir daha, bunu
sana asla söyleyemedim, utandım"...

Yanlış duyduğumu sandım, öyle anlamsız bakınca tekrarlamak
Zorunda kaldı.


Ben onu severdim, zaten benimle ilgilenmeyince ben bugünkü
Zevkimin temellerini atacak bir girişimde bulunmuş ve basketbolculara
yönelmiştim! Kalbim onu görünce çarpmayı bırakmamıştı ama. "Hala gözlerini
kısıyorsun" dedi. Kalbim, genç kız kalbi oldu, uçmak istedi, yerinden
fırlamak istedi; bırakmadım.

***

Attila İlhan ölünce ağlamış, beni düşünmüş. "Gözlerin gözlerime
değince, felaketim olurdu ağlardım. Beni sevmiyordun bilirdim, bir
sevdiğin vardı duyardım. Çöp gibi bir oğlan ipince, haylazın biriydi
fikrimce..."


Zamanında konuşmayan insanlardan nefret etmek için bir
nedenim daha olmuştu işte. Ya şimdi konuşulmalı ya ömür boyu susmalı; bana
`keşke'ler yaşatmak da nereden çıktı şimdi? Deli kalbime inat, içimdeki
"Bunları şimdi neden söylüyorsun, neden o zaman söylemedin, yaşanamayan
bir hayatın hayalini bana kurdurmaya utanmıyor musun" çığlıklarını
bastırarak, gülümsedim. "Ne şirinsin" dedim. Eli elimin üzerindeydi,
çektim. Sıcacıktı ama ısınamadım; yalan söylediğini düşündüm, sahtekâr
olduğunu. O da benim ne kadar soğuk olduğumu düşünsün istedim, bir
zamanlar onu kıskandırmak için "Çöp gibi incecik bir haylaz çocukla
çıktığımı" bilmesin istedim.

O yıllar önce susmuştu, ben şimdi susacaktım.

Bazen yollar isteseniz de kesişmiyor, iyi mi kötü mü bilemem?
Kaybetmek


Hüzzam dalgaları
Sen Önce hakim oldun verdin hükmünü
Sonra cellat oldun çektin ipimi
Bense dağlamak istedim çoğalan öfkemi
Şahlanan ateşin harında
Vurulunca düşlerim yemyeşil baharında
Bulutlara dayadığım merdivenle
Yetişmek istedim
Bir kumrunun kanatlarında
Cennete uçan bakışlarıma
Ay ışığında gezinirken derbeder hayatlar
Kırmak istedim yıkılası gururumu
Odun misali
Binbir soru takıldı aklıma o sıra
Cevaplayamadığım
Bilmem kaç harabe şehir gezdim
Böyle derbeder
Kaç rotasız yolcu gördüm heybesi ayrılık yüklü
Yol kenarındaçölün tufanına yakalanmış gibi
Yıkık gördüm sevda katarlarını
Bilmem hangi kırk harami soydu
Dolaşırken sensizliğin caddelerinde
Bir sigara daha yaktım
Hiç içmediğim halde
Vurdum o sıra anılarımın kalbine bir balta
Nedense sızlayan yüreğim oldu
Sonra ayırdım sensizlik sokağının her köşesini
Şurası ilk defa buluştuğumuz yer
Burası el ele tutuştuğumuz yer diye
Arabesk şarkı misali
Ve sonra yanlız kaldım
Hınca hınç kalabalıkların arasında
Boşuna üfleme küllerime
Zaten sensizliğin ortasındayım
Sensizlik caddesinde
Zaten tutuşturmuş ateş her yerimden
Yanıyorum zaten
Yanıyorum işte
Öyle bir yangın ki bu
Dumanım görünüyor millerce öteden
Bilmem!
Kaç santigratta eriyor duygularım
Sensizlik caddesinin ortasında
Bilmem!
Kaç kilometre öteden duyuluyor çığlıklarım
Sensizlik caddesinin ortasında
Ateş usul usul sararken tüm bedenimi
Rüzgarda savuruyordu közlerimi
Bilmem!
Hangi ayrılık rüzgarıyla
Neresine savruldu kalbimin külleri
Sensizlik Sokağı’nın
Bilmem!
Neresinde kaldı gözlerim
Sensizlik Sokağı’nın
Ateş küle çevirirken son zerremi
Sen
Önce benzin oldun tutuşturdun son hücremi
Sonra su oldun soğuttun küllerimi
Bense
Kalbimin şah damarına bir jilet attım
Serinlemek için
Nedense fışkıran SEN oldun...





                    

SENİ İSTİYORUM... ŞİMDİ!
SeDaT

Hiçbir duygumu ertelemedim ben. Yaşayacağım hiçbir şeyi sonraya bırakmadım. "Sonra" diye bir şeyin olmadığını biliyorum çünkü. Hep yarına dair hayaller kurmak, gelmesi mümkün olmayacak zamanları beklemek benim işim değil.

Aşk zamana meydan okur, ama sen karşı koyamazsın zamana. Orada durup öylece bekleyemezsin geleceği. Bir adım atmalısın, bir el uzatmalısın aşka doğru. Aşkın anahtarı cesaret değil mi yar? Cesur olmak gerekmez mi bir sevdayı yaşamak, bir sevdayı büyütmek için?

Kaç gece yalnız geçti hesaplasana... Kaç gece bir günü düşünerek geçti. Neler yapabilirdik, neler yaşayabilirdik düşünsene... Her sabahı birlikte karşılamak vardı seninle. Sevişmekten yorgun düşmüş bedenini öpücüklerle yeni güne hazırlayabilirdim. Gözünü açar açmaz ilk gördüğün şey ben olurdum ve sen benim yüzümde mutluluğu görürdün. Bu kentin her yerinde, herkesin içinde el ele dolaşabilirdik. Girmediğimiz sokak kalmazdı. Bakışlara aldırmadan sokağın ortasında sarılıp öpebilirdim seni.

Bir şarkıyı sözlerini bilmesek bile bağıra çağıra söyleyebilirdik. Sonra bir filme gider, bir kitap okur; denize bakar günbatımını izleyebilirdik.

Paylaştığımız her an beynimize bir daha çıkmamak üzere kazınırdı. Özlerdik birbirimizi delicesine. Bir saati yalnız geçirsek, bir sonraki saati iki saatlik yaşardık. Yaşayamadığımız o bir saatin acısını çıkarmak için.

Peki biz ne yaptık?.. Aşkı bir bekleyişin sırtına yükleyip ona sadece uzaktan bakmakla yetindik. Her an aşkı yaşamak varken, her gün birbirimizi yeniden keşfetmek varken bu yolda birer kaşif olmak varken sürgünleri yaşamaya mahkum ettik birbirimizi. Bu sürgünlüğe son vermenin zamanı geldi artık. Sana huzur vaadetmiyorum. Aşkta huzur arayan yanılır. Ben tutkunun en koyu, en deli sözcüsüyüm. Onlar adına konuşuyorum. Yarını olmayan zamanlarda hiçbir şeyi düşünmeden erimek adına konuşuyorum.

Gözlerinin içine bakarak "seni seviyorum" demek istiyorum. Aşkın akışına kapılıp hiçbir kaygı duymadan gidebildiğim yere kadar gitmek istiyorum.

"Seni istiyorum ey yar! Canıma bir can daha katmak için, ruhumun yalnızlığına, yüreğimin acısına son vermek için, daha mavi bir deniz, daha mavi bir gökyüzü, daha mavi bir sevda için."

Seni istiyorum... yarın, öbür gün, öbür hafta, öbür ay, öbür yıl değil...

ŞİMDİ!..

************************++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Günün birinde çiçekle su karşılıaşırlar bir kırda. tanırlar birbirlerini, tanıdıkça severler. Çok mutludur çiçek, suya aşık olmuştur. Hayatında ilk kez aşkı tatmaktadır. Renk renk açar, etrafına güzel kokular saçar, sırf suyun hoşuna gitsin diye..

Su da çiçeğe aşık olmuştur. Yine de biraz tedirgindir, çünkü ilk kez karşılaşıyordur bu duyguyla. Günler geçer ve çiçek suyun kendsini sevip sevmediğini düşünmeye başlar. Su fazla ilgilenmemektedir çiçekle. Oysa çiçek ilgisizliğe alışkın değildir. Dayanamaz bir gün ve suya "Seni seviyorum"der. Su da yanıt verir"Ben de seni seviyorum"...

Ama yine ilgisizdir su. Çiçek sabırlıdır. Hep beklemektedir. Beklerken de sürekli suya "Seni seviyorum" demektedir.Su da hep aynı yanıtı verir "Ben de seni seviyorum"...

Solmaya başlamıştır çiçe. Artık o neşeli, renk renk açan, etrafa güzel kokular saçan çiçek yoktur. Bir kez daha "Seni seviyorum" der çiçek suya. Su aynı yanıt verir "Bende seni seviyorum"..
Yataklara düşer su. Hastadır artık. Eğilmiştir boynu. Su çiçeğin başında beklemektedir ama sevdiğine emin olduğu çiçeğin neden böyle hastalandığını
bilmemektedir. Yardım edememektedir. Çaresiz bu işleri bilen birini çağırır su. Bilge kişi gelip muayene eder çiçeği. Hüzünlüdür. Çünkü çiçek artık kurtulamayacak. bir noktaya gelmiştir. Suya dönüp "Artık durumu ümitsiz" der.


Merak eder su, sevgilisi çiçeğin nasıl bu hale düştüğünü. "Nedir benim çiçeğimi böylesine hasta eden?" diye sorar bilge kişiye.

Bilge kişi suya bakar ve cevabını verir "ÇİÇEK HASTA DEĞİL SUSUZ KALMIŞ...."

Su anlar ki sevgiliya sadece "Seni seviyorum" demek yetmez. Her aşk bir çiçektir aslında. Her aşkın suya, besine ihtiyacı vardır. Biz de öyle değilmiyiz. Aşkımız bittiği zaman "Neden bitti?" deyip kendi kendimizi yemez miyiz? Ve hep "Şöyle yaptım da ondan bitti" ya da o böyle yaptı da ondan bitti" deyip kapatırız aşkın oerdesini. Oysa yaptıklarımız değil yapamadıklarımızdan bitmiştir
aşk...

                                                                            

                                              

                                         

                                                


 
  Bugün 4 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol